14 Mayıs 2017 Pazar

Son Sigaram


Boşluk, her yer boşluk...

Karanlıktan bu kadar korkacağımı bilmezdim. Korkuyorum, üşüyorum, çaresizim. Çıkmaz sokak burası. Her yere gidiyorum ama hiçbir yere gitmiyorum. Kimseler yok burada derdime çare olacak. Kimse yok. Son sigaramı yaktım hayata karşı, üç kuruşluk hayatımın son anları bunlar. Olmayan hava içime dolarken sigaramdan nefes alıyorum. Bitsin bu acı kurtulsun bedenim bu kahpe ruhumdan. Anılarım var benim içimi acıtan, yüreğimi burkan. Gülen yüzler görüyorum, kederli suratlar, umutlu bakışlar, kıskanç tenler...

Acı çekmek ne demek anladım burada, gerçek acıyı. Gülüyorum son bir kez hayata, bir saniyeliğine ısınıyor yüreğim son defa...

Hayatımın son anlamı da yitip gidiyor burada. Issız bir çöldeyim şimdi yolunu kaybetmiş bir gezgin. Aşkımı kaybettim, hayatımın son anlamı. Artık anlamsız biriyim. Çöl oyun oynuyor bu acınası vücuduma. Uzatıyorum ellerimi hiçliğe doğru. Biri var orada, orada olmayan. Hayat son darbesini attı bana.

Sigaram bitmek üzere, zavallı vücudum hayata tutunmakta direniyor. Beni zorla süngeri içmeye zorluyor hayatımda.

Bedenim yoruldu, sigaram bitti. Serbest kalıyorum sonunda ve son kez bakıyorum hayata, son kez ve görüyorum boşluğu, sonsuzluğa sürükleneceğim yeri...

9 Haziran 2016 Perşembe

Zaman Değişkeni (Bölüm 6)

                                                             
          
                                                           Sona Dört Kala

3 Yıl 1 ay 4 gün.

Max hayatımdan tam olarak bunları çalmıştı. Tam 3 yıl boyunca neler olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Beni özleyen olmuş muydu acaba? Sevenim yoktu ama belki değerimi bilen birileri vardı. Max için çalışırken sevilen biriydim. Ama artık Max için çalışmak bir yana, onu öldürmek için can attığımı biliyorum.

Şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışırken aklıma bilgisayar sisteminin de hoparlör gibi bozulmuş olabileceği geldi.
Çok düşük bir ihtimal gibi gözüküyordu ama üzerinde durmaya değerdi. Zaten başka şansım da yoktu.

Ne yapmam gerektiğini düşündüm. Bir yandan da hoparlörden gelen mesajlara kulak vermeye çabalıyordum. Mesajlar hakaret ve nefret dolu cümlelerden oluştuğu için anlamak pek de zor değildi.

Ekranın önüne geçtim ve karmaşık ekranın üzerinde yönetici paneli yazan köşeye geldim. Girebilmek için şifre gerekiyordu ve şifreyi hatırladığımı pek sanmıyordum. Bu sırada gözüm koordinat bölümüne takıldı. Özel lazer ışınları sayesinde hesaplanan koordinatlar uzayın aydınlanmış tüm bölgesine hatta daha da uzağına kadar uzanıyordu. Yani uzayda nerede olursak olalım koordinatımız bilinirdi. Koordinat kısmında yazan " kapsama alanı dışı, Koordinat hesaplanamıyor " yazısı zaten çökmüş durumda olan bedenimi iyice güçsüzleştirdi. Bu sırada midemin guruldaması beni kendime getirdi. En son ne zaman yemek yemiştim? 3 yıl kadar önceydi herhalde. Kontrol panelinin tutacaklarını bırakıp kontrol odasının kapağına geldim. Max yolculuğa başlamadan önce kapıyı kilitlemişti. Şu anda açık durumdaydı ve bunun nedenini düşünemeyecek kadar bitkindim. Kapağı geçip mekiğin merkezine kadar gittiğimde her şeyin yerli yerinde olduğu görülüyordu. Kutulanmış yiyeceklerin olduğu odada rastgele bir kutu alıp açtım. İçinde konserve fasülye ve birkaç bisküvi vardı. Bisküvilere baktığımda aklıma üç yıl içinde bozulmuş olabilecekleri geldi. Bu fikir o kadar komikti ki gülmeden edemedim.

Hızlıca atıştırırken bir yandan da düşünmeye başladım. Bu yaşadıklarımın bilimsel açıklaması neydi? Anlayabildiğim kadarıyla Max mekiği ışık hızına çıkarmıştı ve bu zamanda bir değişim meydana getirmişti. Bu kadar büyük bir değişim nasıl olabilirdi? Uzay hakkında bildiğim tüm bilgiler bana öğretilen temel bilgilerden ibaretti. Elbette ki bu bilgiler normal bir insanın bilemeyeceği kadar fazla da olsa bu tarz uçuk fikirleri hiç aklıma getirmemiştim. İnsanlar ışık hızını, ulaşılabilecek bir hedef olarak görüyordu ama bir bilim adamı olarak bunu pek mümkün bulmamıştım.

Düşüncelerimden sıyrılıp kemiklerimi ovuşturmaya başladım. Uzun bir süredir havada asılıydım ve kaslarım zayıflamıştı. Tüm bu olanlardan sonra ne yapacağımı bilmiyordum ama ölmek de istemiyordm. Kemerimi sıyırıp havalandım ve havada nasıl antrenman yapabileceğimi düşündüm. Uzay istasyonundaki antrenman aletleri mekikte olmadığından aklımı kullanmak durumundaydım. Etrafıma baktım ve kullanabileceğim bir şeyler aradım. Az ileride yiyecek stoklarının arasındaki tutacakları gördüm. Onlara tutunarak basit hareketler yapabilirdim. Oraya kadar yavaşça süzüldüm. Tutacakları tuttum ve ayaklarımı hareket ettirmeye başladım. Basit hareketlerle uyuşmuş olan kaslarımı canlandırmaya başladım. Uzayda kaslarımızın yükü dünyaya göre çok daha az olduğundan kaslar bir süre sonra erimeye başlıyordu. Bu yüzden sık sık antrenman yapmamız için uzay istasyonuna bir oda bile kuruluydu. Bu lüksten faydalanamasam da bunun için üzülecek değildim. Şu an için daha önemli sorunlarım vardı.

1 saat süren uzun bir çalışmanın ardından kaslarımda yanma hissiyle suratımı sildim. Ter tanelerinin uçuşmasına izin vermedim. Bu durumdan kurtulana kadar mekiğin temizliğine dikkat etmeliydim. Ayrıca bir de yemek sorunu vardı.

Yemek stokları hakkında bilgilendirilmiştim. Yaklaşık olarak bir buçuk yıl yetecek kadar yiyeceğim vardı. Öğünleri kısabilirsem belki bir - iki ay daha uzatabilirdim bu süreyi. Tüm bunları daha sonra düsünmek üzere aklımın bir köşesine yazdım ve kontrol odasına geri dönmeye karar verdim. Belki Max' in nefret dolu mesajları arasında üç yılda neler kaçırdığımı görebilirdim.

Kontrol odasının ardına kadar açık beyaz kapağına baktım. Max ateşleme sırasında kapağı açmış olmalı diye düşünmüştüm fakat kapağın önündeki küçük ekran kapağın benim tarafımdan açıldığını söylüyordu. Bu durumda kapak Max tarafından değil, astro tarafından açılmış olmalıydı.

Kapağı geride bırakıp içeri süzüldüm ve sıcak odaya daldım. Yokluğumdan bu yana bir şey değişmemişti.

"Yalnız olmaya alışmam ve tedirginliği üzerimden atmam gerek" diye düşündüm.

Hoparlörden gelen sesler kesilmiş gibiydi. Astronun hala orada olup olmadığını anlama zamanı gelmişti.

"Astro orada mısın?"

Cevap gelmiyordu.

"Astro cevap ver. Orada mısın?"

Yine cevap gelmediğinde hoparlöre doğru süzüldüm ve geçen sefer yaptığım gibi yumruk atmaya hazırlanıyordum ki hoparlörden gelen bir ses beni engelledi. Çok derinlerden geliyor gibiydi. Biraz daha yaklaşıp kulağımı dayayınca astronun konuşmaya çalıştığını fark ettim. Kontrol paneline dönüp sesi yükselttiğimde duyduklarım şunlardı:

"Mekik a-536 yok etme işlemi. Onaylandı. İptal için son 4 gün 6 saat 32 dakika. Hızlandırmak için hızlandırma protokulü 2 uygula."

Sesin tekrarını o kadar çok dinlemiştim ki kendime geldiğimde astronun söylediklerini ezberlediğimi fark ettim. Ve sona her zamankinden daha çok yaklaştığımı.

6 Haziran 2016 Pazartesi

Zaman Değişkeni (Bölüm 5)


                                          Başlangıcı Ve Sonu Olmayan

Uzay her zamanki sessizliğine bürünmüştü. Doğal yalıtımı sağlayan hiçlik, burada hiç bir yerde olmadığı kadar hissedilebilirdi. Öyle ki bir insan, vücudunda varlığını hissedemediği tüm iletişimin burada farkına varıyordu. Kalp atışımız burada tüm evrenin duyabileceği şekilde gümbürdüyordu. Kısıtlı gözlerimiz yalnızlığımıza yalnızlık katıyordu.

İlk çağlardan bu yana inkarın en büyük sebebiydi gözler. İnsanlar gözüyle görmediği bir şeye inanmayı reddettiği için kısıtlanmışlardı. Dünyayı dışarıdan bir gözle göremedikleri için dümdüz sanan insanlar bugün de aynı sorunu evren için yaşıyordu. Gelişmiş teleskoplar uzayın bir bölümünü aydınlatıyordu ama bu insanlar için yetersizdi. Biz kendi gözlerimizle, daha yakından seyretmek istiyorduk. Ancak evren, onca oluşumuyla insanlardan kaçmaya devam ediyordu. Sırrına erişebilmemiz için bizi daha da uzaklara sürüklüyordu.Hiç bir zaman elindekiyle yetinmeyen insanoğlu için bu büyük bir maceraydı. Gözümüzün önünde duruyordu tüm oluşum. Sadece daha da ileri bakmamız gerekiyordu o kadar.Peki biz mi bakmayı bilmiyorduk yoksa evren mi bizden kaçıyordu?

Kavramlarla dolu olan bu evren sadece iki kelime arasında sıkışmıştı. Başlangıç ve son. Peki ya ikisi de var olmayan kavramlarsa, evrenin başı ya da sonu yoksa? Başlangıçtan bu yana daha da genişleyen bu evrenin bitiş noktası var mıydı? İhtiyacımız olan tek şey daha da ileriye, daha önce hiç gidilmemiş yerlere gitmek. Bu bizim görevimiz. Evrenin hiç keşfedilmemiş noktalarını keşfedeceğiz.

Motorlar çalıştığında mekik hızını artırdı. Hızını 2' ye 3' e katlayarak ilerledi ve sonunda müthiş bir patlama reaksiyonuyla ileri atıldı.Mekiğin hızına yetişemeyen ışık, görmeyi imkansız hale getirdi. Karanlığıyla meşhur olan boşluk her zamankinden daha da karanlıktı. Mekik ışığın yokluğundan faydalanarak karanlığa gömüldü ve ortadan kayboldu. Motorlar sahip oldukları yeni kuvveti kullanarak müthiş bir hıza ulaştı. Sonunda bu patlama yakıtı 1 dakika içerisinde tükettiğinde motorlar durdu ve mekik almış olduğu hızla devam ederken ışık mekiğe yetişmeyi başardı. Işık mekiği gözler önüne serdi.

***

Uyandığımda ilk dikkatimi çeken şeylere odaklandım. Cızırtı yapan hoparlör gibi.

"Astro orada mısın? Hey astro cevap ver!"

"zzzt zzzt" Hoparlörden gelen ses bir şey ifade etmiyordu benim için. Astro konuşmaya çabalasa da onu anlamam mümkün değildi.

"Ah lanet olsun ya! Bekle düzeltmeye çalışacağım."

Hoparlöre doğru uçtum ve sorunu bulmaya çalıştım. Bu sırada Astro inatla konuşmaya çabalıyordu.

"Astro sesini keser misin lütfen çok gürültü yapıyorsun!"

"Zzzzt zzzzt, zzzzzt"

Hararetle bir şeyler anlatmaya çabalıyor gibiydi. Ya da sadece hoparlörden gelen bir cızırtı idi..

"Senin sorunun ne dostum burada her şey sağlam gibi duruyor."

Hoparlöre attığım yumrukla birlikte bir değişim oldu. Cızırtı ortadan kalktı ve ses netleşti. Bu astronun sesi değildi.

"Nova beni duyuyor musun? Hey Nova cevap ver lanet olası!"

"Max sakin ol mutlaka bir cevap verecektir. Biraz sabret. Ee Nova sesimizi duyduğunda bize dön canım, ben de o zamana kadar Max' i sakinleştireyim."

Bir an yaşadığım şaşkınlığın ardından başkanın bana ulaşmaya çabaladığını anladım. Ama bir şeyler yanlış gidiyor gibiydi.

"Ses 3."

"Astro beni duyuyor musun? Lütfen cevap ver astro. Hey, beni duyan yok mu?"

Başkanın ağlama sesleri buraya kadar geliyordu. Can çekişen bir köpek gibi ağlıyordu.

"Bunlar da neyin nesi böyle?"

İçimdeki şüphe tohumları filizlenmeye başlamıştı. Ses 3 derken neyi kastediyordu ki? Max ile olan son konuşması en fazla 2-3 dakika önce olmuştu. 2 Dakika içerisinde 3 kayıt nasıl yapmıştı bu adam?

Hoparlör bu kez daha yüksek bir sesle inledi. Çok sinirli bir sesle hem de.

"Ses 4"

"Seni lanet domuz bana cevap ver yoksa seni oracıkta öldürürüm beni duyuyor musun? Orada olduğunu biliyorum, bana cevap vermezsen mekiğini zehirle kaplayacağım ve oracıkta öleceksin! Sana diyorum sana! Bana cevap veeeeeeeeer! Novaa! Cevap ver dedim cevap ver!"

Yüzündeki öfkeyi başkanı tanıdığım kadarıyla bir çok kez görmüştüm. Ama bu sefer, öfkesinin sesini duymak bile ürkütücüydü.

"Hayatım lütfen sakin ol, Mutlaka cevap verecektir, hesaplarda bir yanlışlık yapmış olmalıyız."

Hayatım mı ?

"Tam bir ay oldu Jane! Şimdiye kadar cevap gelmiş olması gerekirdi. Hesaplamalarımız yanlış olamaz! Kesinlikle başka bir sorun var."

"Bir ay mı? Hah neyden bahsediyor bu salaklar?"

"Max hız kontrolünü doğru yaptığına emin misin? Bence kontrolümüz dışında fazla bir hız yapmış olabilir."

"Hayır Jana hayır, her şey göstergede kontrolüm altında gerçekleşti. Nova orada olduğunu biliyorum!"

Aklıma bazı şeyler gelmeye başlamıştı. Frank' in sözlerinden sonra oluşan sessizlik, istasyonda ölen insanlar, zaman değişkeni deneyiyle ilgili sözler, yüksek hız kavramı, ilk defa gördüğüm çeşitli donanımlar, bunların hepsi beni yüzleşmekte zorlandığım gerçeklere itiyordu. Ve her şeyi yeni anladığıma inanamıyordum.

Hoparlörden gelen sesleri duymazdan geldim. Benim bazı gerçeklere ihtiyacım vardı. Ekranın karşısına geçtim ve bağlantı kurmaya çalıştım. Sistemler çalışmıyordu. Ekrana iyice baktım ve kaçırdığım bir şeyi bulmaya çalıştım. Hiç bir bağlantı sistemi çalışmıyordu.Görüntülü konuşma başarısız yazısı yanıp sönüyordu. Sesli konuşma da aynı şekilde. İstasyona bağlanmaya çalıştığımda da aynı cevaplarla karşılaştım. Bu işte bir şey var diye düşünürken bir şeyi fark ettim. Tarihin olduğu bölüme baktığımda gerçekler yine beni bekliyordu.

Tarih:15-09-2030

5 Haziran 2016 Pazar

Zaman Değişkeni (Bölüm 4)


Fırtına Öncesi Sessizlik



" Saatte 300.000 km hızla gittiğinizi düşünün. Bu hıza ulaşabilen bir varlık, adı, çapı, hacmi, yaşam formu fark etmeksizin zaman bilincini yitirir. Ona bir saniye gibi gelen bir zaman, kilometrelerce ötede 1 gün, 1 ay, 1 yıl, 100 yıl belki de binlerce yıl geçmiş gibi hissedilebilir. Bu aradaki mesafeyi kapatan hızla doğru orantılı olarak artar. Yani ışık hızında dünyayı dolaşıp tekrar geri geldiğinizde sizden kuşaklar sonraki torunlarınızla karşılaşabilirsiniz. Buna ben zaman değişkeni adını verdim. Peki bu hıza ulaşan bir cisim yolu üzerindeki bir nesneye çarpsa ne olur? Pek hoş bir sahne yaşanmaz doğrusu. Cismin yaydığı enerji uzayın en karanlık noktalarını dahi aydınlatabilecek bir güce erişir. "


"Efendim peki bu cismin içinde bir insan olursa ölümü kaç saniye sürer? Sadece merakımdan soruyorum efendim."

"Bu çok mantıklı bir soru adı aklıma gelmeyen çocuk."

Tüm salon gülmeye başladı ve genç adam soruyu sorduğuna pişman oldu.

"Sevgili dostum, bu insanın ölümünü saniyelerle ifade etmemiz akşam yemeğini kaçırmama neden olur. Bu yüzden şu kısa yolu tercih edeceğim;"

Arkasında yer alan beyaz tahtayı sildi ve bir şeyler yazdı. Tahtanın önünden çekildiğinde şu yazıyordu; 1/1000

"Kaç yaşında görünüyorum bilmiyorum ama ben 69 yaşında bir adamım ve 3 sıfır yazmak bile beni yordu. Siz bunun yanına istediğiniz kadar sıfır atabilirsiniz."

Alkışlar eşliğinde memnuniyetle kalabalığa baktı. Yakında öleceğimi bilseler hala bu kadar mutlu görünürler mi acaba? Suratındaki sahte gülümsemeyle birlikte topluluğu selamladı.

"Başka sorusu olan yoksa bugünlük bu kadar."

"Benim bir sorum var efendim. Bu hesaplamalar gayet mantıklı gözüküyor fakat bunların olabilmesi için 300.000 km hıza çıkmamız gerek ve bunun için de şu ana kadar yapılmış en güçlü motorun yapılması gerek. Yakıt ihtiyacından bahsetmiyorum bile. Bunların yapılması mümkün müdür peki?"

"Bu bir önceki sorudan daha mantıklı." Max' a doğru gülümsedi.

"Böyle bir motor benim hayallerimin sınırını aşıyor ne yazık ki. 67 yıllık hayatımın çoğunu zaman ve hız kavramları üzerine harcadım. Bu hesapları yapmak insana kendini çok özel hissettiriyor. Fakat bu teorilerimin kanıtlanabilir olması benim en büyük arzumdu. Ve bunu yapabilecek arkadaşların aramızda olduğuna inanıyorum. Her biriniz bu güçlü motoru yapıp insanlığı bir adım öteye götürecek bilgiye ve donanıma sahipsiniz. Size gereken tek şey hayal gücü ve biraz da ilham. Umarım önümüzdeki 5 yıl içerisinde biriniz ben buldum diye çıkar da ölümsüzlüğü bulmak zorunda bırakmaz beni."

Alkışlar eşliğinde yüzünde tebessümle sahneyi terk etti.

7 yıl sonra - 5 Nisan 2029

Hastanenin en rahat odalarından birini alan eski başkan yatakta ölümü bekliyordu. Odanın dört bir yanına yerleştirilmiş çiçeklerin kokusu ölüm kokusunu örtmeye yetmiyordu. Patrick öksürükler eşliğinde huzura ermeyi bekliyordu.

"Seni hayal kırıklığına uğrattığım için beni affet. Çok kötü bir başkan oldum ve her şeyi elime yüzüme bulaştırdım. Sana bunu başaracağımı söylediğimde emindim ama olmadı. Beni affet Patrick."

Patrick yattığı yatakta zor nefes alabiliyordu. Uzattığı eli Max' in elini yakaladı ve ağlamaya başladı. 74 yıllık hayatı boyunca ölüme ilk kez bu kadar yaklaşmıştı.

" Projeyi başaramaman beni üzmedi oğlum. Bunu ben görmesem de bir gün mutlaka biri başaracaktır. Bu sen de olabilirsin. Beni üzen asıl şey yıllardır kandırıldığımı öğrenmem oldu. İnsanları bu proje yüzünden öldürdüğünü, zavallı bir adamı hiç bir şeyden habersiz bir şekilde ölüme yolladığını öğrenmem. Hem de her şey sona ermişken, ölümüme bir gün kala.

"Neyden bahsettiğini anlayamıyorum Patrick."

Arkasına baktı ve Jane ile göz göze geldi. Anlam veremiyordu. Patrick nasıl bilebilirdi?

"Onca insanı istasyonda boğdurmandan bahsediyorum oğlum."

Hıçkırıkla karışık öksürük krizine giren yaşlı adam uzun bir süre konuşamadı. Hayal kırıklığını hiç bu kadar net hissetmemişti Patrick. Yıllarını verdiği hesaplamalar, sabahlara kadar yaptığı çalışmalar hepsi daha çok insanı ölüme yollamak içinmiş. Kim bilir belki de daha bilmediği kimler vardı. Sonunda konuşabildiğinde son sözlerini duyanlar, iki zalim ve bir de hemşireydi.

"Keşke seni hiç tanımasaydım oğlum. Hayallerimi sana teslim ederken ruhumu da şeytana teslim ettiğimi nereden bilecektim ki?"

Ölüm tüm gerçekliğiyle tekrar sahneye indiğinde solunum cihazından çıkan tiz ses yeni bir ölümü işaret ediyordu. Hayatının son anlarını büyük bir hayal kırıklığıyla geçiren Patrick sonsuz yolculuğuna adım attı. Bu sırada Max ağlıyor Jane ise onu sahte bir hüzünle yatıştırmaya çabalıyordu. Max' in gerçekten ağlayıp ağlamadığıysa hiç bir zaman öğrenilemedi. Zaman değişkeni projesi başarısız olmuştu.


4 Haziran 2016 Cumartesi

Zaman Değişkeni (Bölüm 3)

                                                  


                                                                              Denek


Karşısında oluşan koridor boyunca ilerledi. Onu karşılamaya gelmeyişlerini umursamıyordu. O da pek umursanmazdı zaten.

Giriş kısmı boyunca tutunarak ilerledi. Uzun koridoru ileri atılarak kısa zamanda geçti. Ana odaya geldiğindeyse şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi.

Uzay istasyonundaki cansız beden salonun tavanında askıdaydı. Ölümün ele geçirdiği beden Novanın güvenebileceği tek dostu olan Jacop' a aitti. Jacop' un morarmış suratında yer alan şaşkınlık ifadesi Novanın belki de ilk defa ağlamasına neden olmuştu. Hüngür hüngür ağlayan Nova gözlerine inanamıyordu .En iyi arkadaşlarından birini kaybetmenin verdiği hüzünle karışık korku Novanın beynini ele geçirmişti.

Biraz daha ilerlediğinde kapağı açık olan başka bir odaya giriş yaptı. Buz dağının görünmeyen yüzünü gördü. Morarmış suratlı 3 beden daha. Nova daha fazla adım atamaz bir şekilde havada asılı durdu. Kalbi yerinden çıkacakmışçasına çarparken beyni hemen oradan uzaklaşmasını söylüyordu.
3 cesedin tamamını tanıyordu. Alice, Robert, Ronald. Havada uçuşan göz yaşlarına rağmen ağlamaya devam etti. Arkadaşlarına son kez bakıp sessizce dua etti. Hayatında ilk kez havada dua ediyor olduğu gerçeği bile gülünçlüğünü yitirmişti. Uzay istasyonunda dolanmaya devam etti. Alt kattaki odanın kapağını açtı ve indi. Uzay istasyonunda 5 kişi vardı. Sonuncu beden buralarda bir yerlerde olmalıydı.

Alt kattaki tüm odaları kontrol ettikten sonra yeniden yukarıya çıktı. Aşağıda kimse yoktu. Biraz düşündü. Tüm odalara bakmış olmalıydı.
"Tabi ya! Kontrol odasına bakmadım."
Kontrol odasının kapısına geldiğinde ilginç bir şeyle karşılaştı. Kapı açıktı ve içerideki koltukta arkası dönük biri vardı.

"Hey Ed sen misin?"

Yanıt yoktu. Cesaretini topladı ve kontrol odasının büyük kapağından içeri girdi. İçerisi oldukça sıcaktı. Koltukta oturan kişi kımıldamıyordu ve kemeri bağlı değildi. İşte bu ilginç diye düşündü. Kemeri bağlı değilse tavanda asılı kalmış olması gerekiyordu. Eğer öldüyse tabii.
"Hoşgeldin Nova. Ben de seni bekliyordum."
Bir süreliğine yavaşlayan kalbi yeniden hızlanmaya başladı. İstasyondaki herkes ölmüştü. Ed dışında. Bunun anlamı neydi?

"Ed burada neler oldu? Her yer ceset dolu. Yoksa sen mi öldürdün onları. Seni cani pislik."
"Bir anlık öfkeyle harekete geçen Nova tutacaklardan salınarak büyük bir hızla ileri atıldı. Koltuğa kadar süzüldü ve koltuğu kendisine çevirdi. Koltukta oturan kişiye baktığındaysa korkudan çığlık attı. Koltuktaki kişi Ed idi ve ölmüştü. "Bu nasıl mümkün olabilir ki?" diye düşündü. Etrafına baktı. Odada ondan başka kimse yoktu. Ölü bir insan nasıl konuşurdu?

"Buradayım Nova Ekranı aç."

Ses hoparlörden geliyordu. Ekranı açtığında ise gerçeğin kendisi karşısındaydı. Ekranda Max küçük odasının arka kısmında yer alan koltuğuna yerleşmiş, doğrudan Novaya bakıyordu.
"Sonunda gelebildin Nova. Çok beklettin beni doğrusu."
"Max istasyondaki herkes ölmüş. Bunun sorumlusu kim?"

"Bunun sorumlusu şimdilik önemsiz Nova. Bizim için önemli olan şimdi ne yapacağımız. Şimdi yapacağımız şey insanlığa tarihinin en büyük hizmetini yapmak ve yeni bir çağı başlatmaktır. Bunun yoluysa senin bana güvenmen ve zorluk çıkarmaman.
"Max bu insanların ölümünden sen mi sorumlusun? Seni orospu çocuğu bunu neden yaptın? Ne istedin bu insanlardan?"

"Yeter Nova yeter! Ya dediğimi yaparsın ya da onlar gibi ölmeye mahkum olursun. Şimdi beni iyi dinle yoksa 1 dakika içinde ölmeni sağlarım ve bu ikimiz içinde iyi olmaz."
"İlk iş olarak mekiğine geri dön ve ekranını aç. Vereceğim talimatları yerine getir. 1 dakika içerisinde ekranı açmazsan arkadaşlarınla aynı kaderi paylaşmak zorunda kalırsın."
Korkudan mı yoksa aldığı emir doğrultusunda mı gittiği bilinmez ama Nova bu sözlerin ardından mekiğe gitmek için geriye doğru atıldı. Bir yandan olanların ne anlama geldiğini düşünürken bir yandan da şimdi ne olacağını düşünüyordu.
Ekranı açtığında tanıdık bir surat yine onu karşıladı.

"Astro istasyondan ayrıl."

Max' in emrine itaat eden astro mekiği istasyondan ayırdı.
"Güvenli rotaya geç ve motorları çalıştır. Süper iticiyi aç ve zaman değişkeni moduna gir."
"Bütün bunlar da ne Max? Bu fonksiyonları daha önce duymadım. Amacın ne senin? Hemen söyle yoksa mekikten atlarım."
"Şaka yapıyor olmalısın Nova. Astro kontrol odasını kilitle."
"Kontrol odası kilitlendi."

"Ne? Astro ne yaptığını sanıyorsun bana itaat etmen gerek!"
"Hiç sanmam Nova. O en başından beri benim emrimdeydi. Bu aciz tavrından vazgeç ve kendine gel."

Nova mekikle kalkarken yaşadığı stresten daha fazlasını yaşayamayacağını düşünmüştü. Ama yanılmıştı.

"Güvenli rotaya son 10 9 8 7 6 5 4 3 2 1. Güvenli rotaya geçildi. Motorlar kapatıldı."
"Söylemek istediğin bir şey yoksa deneyi başlatacağım Nova. Kayda girmesi için kayıt cihazını çalıştırabilirsin."
"Hey hey hey! Neler oluyor ne deneyi. Nereye gönderiyorsun beni. Konuşsana!"
"Deneyin adı Zaman değişkeni Nova ve denek de sensin. Ateşle Astro!"

Mekik, tarihinin hiç görmediği bir hızla ilerlediğinde Nova bayılmıştı.